içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

YÜZLEŞME...
İnsan, hakikatten kaçamaz. Çünkü hakikat, bütün zamanlar ve mekanlar boyunca değişmeyen temel insani gerçekliği içerir ve tüm zamanlara/mekanlara hükmeder. 
 
Bizim hakikatlerimizden birisi de deprem kuşağı bir coğrafyada bulunmak’tır. Bunu tekrar etmek istiyorum, bizim hakikatlerimizden birisi de deprem kuşağı bir coğrafyada bulunmak’tır. Peki böyle bir coğrafyada yaşamak için ne yapmak gereklidir? Elbette herkesin yapacağı farklı şeyler vardır. Fakat gelin bugün çok konuşmayalım ve yalnızca hakikatimizle yüzleşelim..
 
İşte bu resimde gördüğümüz kadın bizim hakikatimiz. Binyılların ve dünyaların ötesinden bakan bu kadın bize  ne söylemek istiyor?
Elazığ depremi ile ihmal ve inkar ettiğimiz hakikat, felaket olarak karşımıza dikiliverdi; yüreklerimiz yandı. 
 
Ancak şimdi dövünmek ve ağlamak zamanı değil, hakikatimiz ile yüzleşmek zamanıdır. Hepimiz bütün kuruntu esvaplarımızı üzerimizden çıkarıp bu kadının  yani hakikatimizin karşısına çırılçıplak oturup onunla yüzleşmeli ve ona hesap vermeliyiz.
 
Deprem kuşağı bir coğrafyada yaşamamıza ragmen; yaptığımız binalar, neden en küçük sarsıntıda yerin dibine göçüveriyor ve onlarca, yüzlerce, bazen binlerce can kayıbımız oluyor? Neden uygulanabilir bir kentleşme planımız yok? Varsa neden uygulanmıyor? Uygulanmıyor ise neden denetlenmiyor? Felaket kapımızı çaldığında ve ocaklarımıza ateş düştüğünde bahanelerimiz hiçbir işe yaramaz…
 
Depremin kendisi felaket değil, tabiatın doğal bir hareketidir; onu felakete çeviren şey; ihmal, istismar ve inkar ile de beslenen hakikatimize karşı  kaygısızlığımızdır.
 
Fakat, felaket olarak gelecek asıl büyük hakikat, İstanbul’dur; bu deprem eğer İstanbul’da olmuş olsa idi, ölü sayısı –Allah korusun- on binleri  hatta yüz binleri geçmiş olabilirdi… Doğru dürüst toplanma alanı, yeşil alan ve kurtarma alanları planlanmadığı veya planlanan yerler, rant uğruna görgüsüz, kültürsüz yönetimlerce yağmalandığı için, depremden sonra yaşanacak kaos daha da can alıcı olacaktı. İstanbul için hepimiz şimdiden seferber olmalı ve olabilecek afet seneryolarına göre tatbikatlar yapmalı, önlemler almalı, gerekirse şehri yeniden inşa etmeliyiz…
Dünyanın bir çok ülkesini/şehirlerini görme fırsatım oldu; doğrusu bizimkiler kadar kent kültüründen yoksun, plansız olanlarına rastlamadım. 
Bugün, Elazığ depremi olarak karşımıza çıkan ve yüreklerimizi yakan hakikat, bütün zamanlar boyu bizimle olacak; ağlamak, sızlamak veya uyutucu teselli kaynaklarına sığınmak yerine doğrudan hakikatimizle yüzleşmeliyiz;
200 yıldır şehirleşmeyi öğrenememiş bir toplumuz. Yüksek binalar dikmek, gösterişli AVM’ler yapmak, son model arabalara binmek ve daha kötüsü bunlarla övünüyor olmak, şehirlileştiğimiz anlamına gelmez, aksine az gelişmişliğimizi ortaya koyar. 
İstanbul gibi dünyanın imrendiği bir şehrin ne yazık ki, doğru dürüst bir kentleşme planı yok, olana da uyulmuyor; isteyen istediği yere beton dikiyor ve kısa bir süre sonra oy karşılığı ruhsatını alıyor; yani hukusuzluk/ahlaksızlık rant uğruna meşrulaştırılıyor. 
Dünyanın önde gelen şehirlerinin hemen hepsinde; mutlaka insanların nefesleneceği, yürüyüş yapabileceği hatta şehrin gürültüsünden kaçıp sığınacağı evsafta ormanlık açık alanlar, park ve bahçeler mevcuttur.  Caddeler, sokaklar; cadı yumağı gibi, biribirine dolanmış değil, belli bir geometrik düzen içerisindedirler. Her şehrin yapılanmasından sorumlu bir mimarlar kurulu, bir de bilgisiyle kendini dünyaya kanıtlamış, bilgeliğiyle bütün kesimlerin saygısını kazanmış başmimar’ı vardır.  Hatta bir toplantıda bir Alman hoca bana sormuştu “İstanbul’un başmimarı kim?” diye.  Hiç beklemediğim bu soru karşısında utana sıkıla “Belediye başkanının kendisi mimar” diyerek yakayı zor kurtarmış ve sonra da “Sahiden bizim İstanbul’un neden bir başmimarı olmaz?!” diye çok düşünmüştüm.
Hakikatin eli, şimdi hepimizin yakasındadır.
Bu Anadolu kadının yüzüne bakarak, itiraf etmeliyiz; hakikatimizle yüzleşmekten hoşlanmıyor ve ondan hep kaçıyoruz, onu ihmal ve inkar ediyoruz. Bir şeyden kaçınca, ihmal veya inkar edince ne yazık ki o şey, yok olmuyor. İhmal ve inkar edilen hakikat, her defasında azametli silkinişlerle  büyük felaketlere dönüşerek kapımızı çalıyor ve bizi sarsarak kendisini hatırlatıyor.
Artık hakikatle yüzleşme zamanıdır; belediyelerimiz, cahil, kültürsüz, görgüsüz yönetimlere asla emanet edilmemelidir. İstismara ve ranta giden bütün yollar kapatılmalıdır. Şehirlerimizi dünya ölçütlerine göre kurmalı ve açık, şeffaf  bir şekilde bilgece yönetmeliyiz. Kısa vadeli politik çıkarlar yüzünden büyük hakikatimize ihanet etmemeliyiz. Halkımız sorgulayıcı bir bilinç yapısı ile bütün bu süreçleri takip etmeli ve değerlendirmesini ona göre yapmalıdır. 
Unutalmamalı ki, konjoktür çıkarlar için hakikatini ihmal ve inkar edenler, zamanla o hakikatin enkazı altında kalırlar…
 
Prof. Dr. Ramazan KORKMAZ
Bu yazı 8025 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum