içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Bugün Dost Yaralanmış Yine Gönlüm Hoş Değil
Henry Bergson, "Gülmek, düşünebilmenin takviye gücüdür..." der. Gülmesini bilen insanlar, düşünmesini de, yaşamasını da iyi bilirler. Bu yüzden büyük medeniyetler, daima gülmeyle beslenen düşünce vadilerinde şekillenmiştir...  Asık surat, dökük yüz ve çatık kaş ise,  hayattaki bütün canlılığı boğan nefretin karanlık gücü olarak görülmüştür; böylesi toplumlara bakın, insanlık tarihine acıdan ve ölümden başka hiç bir şey katmamışlardır... Bu yönüyle gülme, gerçekten düşünebilmenin takviye gücüdür ve buna insanlığımızın ihtiyacı vardır. 
 
Fakat  gülme'nin garip hatta zavallı durumlara düştüğü zamanlar da olmuştur. Lakin tarihteki örneklerinin hiç biri, Pınar Fidan'ın esprileri kadar sefil olmamıştır. 
YouTube kanalında Stund Up yaptığını zanneden Pınar Fidan adındaki hanımın; son derece seviyesiz, ayrımcılık ve nefret içeren soğuk -güya- esprileri ve onu  dinleyerek -güya-  güldüğünü/ eğlendiğini zanneden insan müsvettelerini izleyince, bir an kanım dondu... 
Gülme'nin, tarihin hiç bir zamanında bu kadar sefilleştiğini, failinden bu kadar muzdarip olarak zavallılaştığını sanmıyorum... Talihsiz Bergson, 21. yüzyıldaki  kültürel düzeysizliğin neye dönüştüğünü ve nelere güldüğünü duysaydı, her halde kahrından bir daha ölürdü; videoda, Stan Up/çı Pınar hanım,  siyasiler ile   güya alay ediyor, onların becereksizliklerine gönderme yapıyor; Alevileri aşağılıyor ve onları yakmak'tan falan bahsediyor;  ve onun bu pes-paye sözlerine belli insan müsvetteleri de -hırıltıyla-güya güldüklerini zannediyorlar... Videoyu şoke durumda izlerken bir an bütün alevi dostlarımı, arkadaşlarımı, yoldaşlarımı, evlatlarımı ve canlarımı düşündüm; yüreğim acıdı, incindim ve ülkemde hala bu tür beyinsiz, terbiyesiz ve umarsız mahlukların ayrımcılığı, nefreti ve şiddeti  körükleyerek var olmaya  çalışmalarından utandım... Cehaletin, kötülüğün ve nefretin, teknolojinen gücünü arkasına alarak bu kadar çabucak yayılması ürkütücü... Dehşete kapıldım...
 
Sonra bizim, nefretin atına binen ve şiddetin kılıcını kuşananlardan daha cesur, daha temkinli ve daha önde olmamız gerektiğini düşündüm... Yoksa hayatta onuruyla ve huzur içinde  yaşamak mümkün olmayacak...
Tarihin bir çok zamanında bir çok kesimlere/ insanlara haksızlıklar yapılmış, sürülmüş, hapsedilmiş, öldürülmüş, yok edilmeye çalışılmış... Bizler insanız, hata yapabiliriz, yanlış yapabiliriz... Lakin acılarımızı yeniden yaşamamamız, bizi yok edecek nefret kuyularına düşmememiz  için geçmişten/ tarihten ders almalıyız, çıkarsamalar yapmalıyız. Çünkü biz insanız hata yapabiliriz ama aynı acıları defalarca yaşıyor isek; biz, gülmeyi de düşünmeyi de bilmediğimiz gibi tarihten ders de almıyoruz demektir.  
 
Tarihin bütün bu acı tecrübelerinden haraketle  Modern Türkiye Cumhuriyeti, eşitlik ve adalet temelleri esas alınarak laik, demokratik bir hukuk devleti olarak kurulmuştur. Bu bakımdan hiç kimse başka bir kimseyi, hiç bir kesim başka bir kesimi inancından, değerlerinden ve aidiyetinden dolayı aşağılayamaz, baskılayamaz ve yok sayamaz; hele hele yakarak, yıkarak yok etmekten asla bahsedemez; bu bir nefret suçudur. 
 
Bugün incinmiş, kırılmış yaralı yüreğimle ben de Aleviyim... Ve Stand Upçı Pınar Fidan'ın yaptığı bu hadsizliği, Anadolu'nun irfan kültürüne/hafızasına karşı işlenmiş ontolojik bir nefret suçu olarak da  görüyor ve şiddetle kınıyorum.
 
Her ne surette olursa olsun; Milletimizin kültür değerlerine, tarihi ve sosyal birikimine kimsenin hakaret etme hakkı ve haddi yoktur. 
 
Bu minval üzre Muhlis AKARSU'yu yeniden dinledim 
"Bugün dost yaralanmış/Yine gönlüm hoş değil
Her yanı paralenmiş/ Yine gönlüm hoş değil" diyordu... 
Bu büyük ozanı ne yazık ki, böylesine bir nefret söylemi yakıp kül eyledi... Onunla beraber yüreğimizin bir kısmı da yanıp kül oldu... Bu vahşetin utancı, bütün zamanlara kalacak derin bir acı oluşturdu yüreklerimizde; şimdi yüreğim bu utanç ve acıyla kanıyor... Pınar Fidan ve ona güya gülerek  eşlik eden güruha ne demeli, ne yapmalı? 
Eğitim sistemimiz, adında millilik olmasına rağmen, Anadolu irfanına ve  aydınlığına en uzak kalan  tarafımızdır. O yüzden çocuklarımız nefretin oyuncakları olarak büyüyorlar... Geleceğimiz için, kendine ve diğerlerine yabancılaşmış -güya-bilgili robotlar ordusundan daha tehlikeli düşman olamaz...
 
Necip Fazıl, bir sanatçı duyarlılığıyla  acıya, sevince ve  umuda bunca yabancı, bunca düşman; eğlenmeyi/ gülmeyi kusmak zanneden böylesi bir  güruhu yıllar ötesinden görür ve onlar  için "Siz hayat süren leşler/ Sizi kim diriltecek..." der... Gerçekten, siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek... Farklı olan ner şeyi boğarak, yakarak, yıkarak nereye varacaksınız...
 
Nefretin atına binip öfkenin kılıncını kuşanan zavallılar; 
yarasalar gibi karanlıklarda nefretinizde boğulup gideceksiniz... 
 
Yesevi'nin duasıyla doğrulan varlığımız; Koca Yunus,  Nesimi, Pir Sultan Abdal ve Veysel gibi Can/ların sözlerinde ışığa  dönüşerek dünyamızı aydınlatmaya devam edecek... Lakin 'siz hayat süren leşler', yarasa gözlerinizle bu ışıktan daima rahatsızlık duyacaksınız; ezmeye, yakmaya, yok etmeye kurgulanmış varlığınızla dünyaya büyük bir yük olacaksınız... 
 
Ey yarasa yürekliler,  asla kazanamayacaksınız; çünkü hayatın yolu umudun ve aydınlığın yoludur...
 
Biz,  bütün kalbimizle hayattan ve umuttan yana olacağız...
Can/lar/ımın acıyan/kanayan yüreklerini öpüyorum; sevgimizin bütün nefret söylemlerini aşacak güçte olduğuna inanıyorum...
Yoksa "Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..."
 
 Prof. Dr. Ramazan KORKMAZ
Austin / USA
Bu yazı 10404 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum