içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Kendimiz Olmak İçin Cesaretlimiyiz....

 

Günümüz dünyasında yaşamak, her birimiz için ağır bir yük haline gelmiş gibi. Hepimiz, sırtımızda çoğu zaman taşımakta zorlandığımız sorunlarımızdan kurtulmak için didinir dururuz.

 

Akıntıya kürek çekmek misali, çabaladıkça daha çok yorulduğumuzu ve battığımızı hissederiz. Aslında burada devreye Cenâb-ı Hakk'ın Kurân-ı Kerîm'de bildirdiği ayeti devreye sokmamız gerekiyor:

"Biz, kulumuza kaldıramayacağı yük yüklemeyiz. Kulum ne çekerse kendi elinden çeker."

Hayatı zorlaştıran, aslında biz kullarız. Hem kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için.mutluluğu maddesel koşullara bağlamışız. Evet, tabii ki parasız hayatta kalmak çok zor. Onurlu insanlar için muhtaç olmak, çok daha yıkıcı bir etki yaratabiliyor. Lâkin büyük bir çoğunluk var ki; kısa yoldan katım, yatım, arabam, atım olsun diye meşrû olmayan işlerin ya da kişilerin peşinde hayatlarını ziyân ediyor.

 

Bir zamanlar lüks hayatın câzibesini gözler önüne sererek akılları karıştıran görsel basın, şimdilerde bunu tersine çevirmek için çaba sarf ediyor. Artık gençlere, çocuklara verilmeye çalışılan mesaj: zafere giden yolun emek vermekten ve mücâdele etmekten geçtiği yönünde. Çaba sarf etmeksizin kazanılan her şeyin geldiği gibi kolay gittiği; ama kalıcı zaferlerin kesin bir mücâdele ile mümkün olabileceği anlatılıyor.

 

Güçlü insan, parası olan değil; her şartta ayakta kalmayı başarabilen; güçlü, karakterli insandır, bunu anlatmamız lazım. Öncelik, bu olmalı. Bir de yaşamın size getirdiği mesajları doğru okuyabilmek, çok önemli. Bazen alacağınız dersler, kimi zaman mâsûm bir çocuk gülüşünde, kimi zaman gönlünü hoş tuttuğunuz bir ihtiyarın rızasında olabilir.

 

Kendi adıma, belki bu yazıyı okuyanları biraz tebessüm ettirecek kadar komik gelebilir ki, bu beni mutlu eder.  Ben, çizgi filmlerden çok ders çıkarırım. Meselâ bu sabah seyrettiğim "Kurbağa ve Prenses", beni hem çok eğlendirdi hem de etkiledi. Filmde bir yıldıza âşık olan bir ateş böceği vardı. Evet, evet; yanlış okumadınız: büyük bir tutku ile gökyüzünde en parlak yıldıza âşık olmuş bir ateşböceği. Hem ilginç, hem de imkansız gibi öyle değil mi? Sonuç, bizim için yürek burksa da onun için mutlu son oldu 

Demek ki hiçbir şey, imkansız değil. Yeter ki ne istediğimizi bilelim ve hayâllerimizin peşinden koşabilelim. Ama meşrû yollardan. Yani düşünsenize; bir yerlerde öyle bir hayâl gücü var ki, bir ateş böceğinin bir yıldıza âşık olabileceğini hayâl ediyor ve bunu hayata geçirme cesaretini gösterebiliyor. Çünkü yapacağına inanıyor ve güveniyor.

 

İnanç, sadece dini terimlerle sınırlanan bir kelime olmamalı diye düşünüyorum. Oğlum, üniversite sınavlarına hazırlanma aşamasında bana; "Artık tıp düşünmüyorum. Ben, mühendisi olacağım." dedi. Tabii ben de bir hayâl kırıklığı oluştu. Çünkü meslek garantisi olan ve hayatta zorlanmadan rahat yaşayabileceği bir mesleği olsun istiyordum. Ama her zaman, büyükler haklı değildir. Bazen çocuklarımızın da bizlere vereceği dersler vardır. Ona kaygılarımı dile getirdiğimde;

 

"Sen, benim mutlu olmam için böyle düşünüyorsun. Yani mutlu olamayacağım bir işte çalışmaya zorlayarak mutlu olmamı bekliyorsun öyle mi? Çok kazanacağım; ama hiç mutlu olamayacağım. Çünkü kendi hayâlimi değil, bir başkasının hayâlini yaşıyor olacağım. Üstelik bunun için de hep seni sorumlu tutacağım içimde." dedi. Haklıydı.

 

Çevremiz, kendileri olma dışında bir şeylere sürüklenmiş ve suratları daima asık insanlarla dolu değil mi? Hayatta hiçbir zorluk görmeden büyümüş, her istediği elinde olduğu halde bir türlü mutlu olamadığını söyleyen, sürekli bunalımda olan insanlar tanıdım. Baktığında mükemmel bir tablo gibi durur; ama aslında her şey, tamamen sahtedir.

 

Mutluluk, para ile mal-mülk ile olsaydı, neden en zengin ailelerin çocukları alkol-uyuşturucu-kumar batağında oluyor ki? Değil mi ya; her şey, tamam. Fakat başlarına en küçük bir sıkıntı gelsin, çareyi kalıp mücadele etmekte değil kaçmakta bulurlar. Halbuki ne kadar kaçarlarsa, o kadar yakalarına yapışır. Ama bunu bilemezler; çünkü öyle büyümediler. Demek ki maddî varlık, mutluluğun garantisi değil. Hatta günümüzde oldukça tehlikeli. İnsanlar, hiç uğruna canından olabiliyor.

 

Bazen hayatta öylesine kendimizi kaybediyoruz ki, yaşadığımızı sandığımız hayatı ıskalıyoruz. Geceleri gökyüzüne bakıp;

 

"İşte bak, bazı insanlar gökyüzündeki yıldızlar gibi parlar. Geri kalanlar da aşağıdan onları seyretmekle yetinir." diyerek kendimi iyice karamsarlığa ittiğim oldu. Pek çoğumuz da böyle değil miyiz? Elde edemediklerimize ya da kaybettiklerimize hayıflanarak belki de yolumuza çıkan fırsatları görmemizi kendi kendimiz engelliyoruz.

 

Kung Fu Panda'yı izlediğim zaman, dedim ki hayır  Ben de hayâllerimin peşinden koşacağım. İnsanların ne dediği kimin umurunda! Toplum ahlâkını bozmuyorsam, hırsızlık-yolsuzluk yapmıyorsam, kimsenin canını acıtmıyorsam kime ne? Neden elâlem ne der diye "One Republic" dinlemekten vazgeçeyim? Ya da neden sinemada çocuklarımla çizgi film seyretme zevkinden kendimi mahrum edeyim ya da sevdiğim renkleri giymeyeyim? Veya insanlar "Ne kadar aptalca!" der diye yazı yazmayayım? Bu sınırları çizen kim?

 

İşte cevap: Aslında bu sınırları bizim için başkalarının çizmesine biz izin veriyoruz. İşte sırf bu sebepten sınav sabahı, oğluma;

 

"İşte hayâllerine açılan kapı aralanıyor. Hadi o kapıya bir adım at ve çevrendeki patavatsızlara da aldırma  dedim. Ne zaman dünya çapında bir keşif duysak; "Vay be, elin adamı neler yapıyor bak." deriz. Peki bizi engelleyen kim? Kendimiz. Birbirimizin ayağını kaydırmakla, entrikalarla o kadar meşgûlüz ki, dünyayı gözümüz görmüyor.

 

Birileri güzel bir iş yapınca, bu yaptığına onu pişman edene kadar, hatta ortadan kaldırıncaya kadar uğraşırız. Taklit ederiz. Başka birinin yaptığını kendimize mâl eder, hak sahibini de bir güzel ezeriz. TV'lerde bile bir kanalda bir program olsun, hemen arkasından bütün kanallarda aynı şey mantar gibi yayılır. Akşama kadar evlenmek isteyenlerle, örgü örenlerle, kocası başka bir adamın karısını kaçırmış ya da tam tersi olan durumlarla ya da yapılan yemekteki tuz ve sarımsak miktarını devlet meselesi gibi tartışan, asla ekmek-yemek davası ile alakaları olmamış tipleri seyretmekle geçiyor günlerimiz.

 

Sonuca gelirsek; ben, gökyüzünde sadece kendi kendini aydınlatıp yalnız gezen bir taş parçası olmaktansa; yaşadığını hisseden, mutluluğu yağmur kokusunda, sevdiğim şehrin mevsime göre değişen renklerinde, Allah'ın yaşamımı değiştireceğim fırsatlar zinciri gibi bana bağışladığı her bir günde ve hatta nefeste, tamamen bir lütuf eseri olarak saksımda yeşeriveren hurma ağacında, sabah ezanlarında, Rabbimin varlığını bana hissettiren, her şeyi bir armağan olarak görmekte ve bunu kabul etmekte buluyorum.ve sözlerimi yine çok sevdiğim, benim için her zaman liste başı olmuş bir filmden alıntılarla bitiriyorum;

 

Cesaret; doğru olanı yaptığında ve ihtiyacı olanları koruduğunda cesarettir ve iyilik; Allah'ın istediği aklında ve kalbinde olandır. Her gün, yapmaya karar verdiğimiz şeylerle iyi bir insan oluruz ya da olmayız. Bir kral, insanlara hükmedebilir, bir baba da oğluna. Ama rûh, daima insana aittir. Yapacağın şeylere sen karar verirsin. Allahın huzuruna çıktığında, "O zamanlar erdemli olmak geçerli değildi. Bana söylenenleri yaptım, doğru olan bunlardı." diyemezsin

Bu yazı 15107 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum