içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Her İnsan Varoluşsal Özellikleri İtibariyle Tektir..

İnsan formunu diğer formlardan ayıran en belirleyici özellik, insanın kendini üretebilen, yani bireysel ve toplumsal olarak dönüştürebilen tek form olmasıdır.

Her insan varoluşsal özellikleri itibariyle tektir. Tüm diğer insanlarla paylaştığı ortak özellikleri ve yetileri, her bir insanın tek olduğu hakikatinin karşısında delil oluşturmaz. Bilimsel, felsefi, sanatsal bir gerçekliktir artık bu günümüzde.

İnsan kendini “Hayır”ları ile üretebilir; kendini, kendi “Hayır”ları ile anlamlandırarak dönüştürebilir. Geçmişinden ders alabilir, geleceğine ölüm bilinci ile yürüyebilir ve böylece dikey ve yatay anlamda an’ı ve zamanı kurabilir. 

Kendi kendisine (bedenine, iradesine, aklına, kalbine, fiillerine) hayır diyebildiği gibi, aynı şeylere “Hayır” diyen başka insanlarla birlikte de “Hayır” diyebilen bildiğimiz yegâne formdur insan.

Bedensel anlamda iki ayağı üzerinde durabilen, yüzebilen, iki cinsten oluşan ve topluluklar halinde yaşayan bir kara memelisi olmaktan; duygulanabilen, sezebilen, düşünebilen, hayal edebilen, keşfedebilen, akledebilen, inşa edebilen, yaratabilen ve tüm bunları biricik kişiliğinde ve diğer kişiliklerle birlikte sembollerden ve seslerden oluşan bir dil aracılığı ile fiilleri ve eylemleriyle gerçekleştirebilen bir form olmaya, önce ortak “Hayır”larını bularak başlar insan.

Bedenini tabiatta bulan insanın ilk “Hayır”larını araştırmaya ve anlamaya kalktığımızda; yalnızlığa, korunmasızlığa, karanlığa, açlığa, susuzluğa, başlarda duyularıyla deneyimlediği bedensel var oluşunu tehdit eden tehlikelere doğru uzanan bir listeye tanık oluruz aslında. Bu listeye “ölüm korkusunun çocukları listesi” diyebilirim belki de, en kısa adına da korku. İnsan, korkuya önce kendinde, sonra da birlikte “Hayır” diyebilen bir form olduğunda insan olmaya başlamıştır.

İnsanlık tarihi bu temel soruları ve korkuları anlayabilmek ve keşfettiklerini, anladıklarını paylaşabilmek üzere her koşulda ve zamanda ve her şeye rağmen emek vermiş biricik insanların ve toplumların tarihidir bu anlamda.

Korkuya dahi özgürlük adına hayır diyebilen ve buna rağmen ve bununla birlikte kendini eleştirebilen, yargılayabilen, haddini aşabileceğini bilebilen, bundan dolayı utanç ve pişmanlık duyabilen, özür dileyebilen, anlayabilen, affedebilen ve teşekkür edebilen tinsel bir form olduğunda ise insan artık insan olmuştur.

Özgürlük, önce kendi özgünlüğünün sonra da tüm diğer özgünlüklerin farkında olarak İyilik, Doğruluk ve Güzellik idealarının ışığında yaşayabilmek ve ölebilmektir. Kişinin varoluşsal özelliği olan tekliğinin, bireysel ve toplumsal bilincine ulaşmaktır.

Bu anlamda iyilik, güzellik, doğruluk adına yani özgürlük adına tek bir insana dahi ilham olabilmek, tarih boyunca ve tam da bugün tüm “Hayır” dediklerinin karşısında durmakla eşdeğerdir.

Zira özgürlük haddini bilmektir; hermeneutik anlamda fenomenolojik bir bakış açısıyla özgürlük, ölümlülüğün bilincidir, sorumluluğun bilincidir. Zira “Hayır” demek bir eylemdir. Özgürlük bu nedenle izole edilmiş bir soyutlama olarak kavram değil, ben ile başlayan ve biz ile devam eden insana özgü, kanlı, canlı ve diri bir varoluş biçimidir. Bu nedenle yalnızca özgür olanlar “Biz” diyebilir. Biz, özgür olanların tümel adıdır, yani armonisidir.

Mizaha gelirsek –zira bitmez tükenmezdir özgürlüğün, biz’in anlatımı– mizah, işte bu özgürlük halinin hem beslendiği hem de beslediği en leziz mecralardan biridir.

İnsanın varoluşsal özelliklerinin en lâtiflerinden kahkahayı ve gülümsemeyi açığa çıkarır mizah; hüznün o derin sancısının sandığına saklanmış neşe hazinesini keşfetmektir.

İnsan bilincinin tüm katmanlarına doğumundan itibaren yayılan bir yelpazede olağanüstü bir dirilticiliği, birleştiriciliği, iyileştiriciliği vardır; kudreti vardır.

Yalnızca bedensel olarak incelendiğinde dahi, her kahkahanın insan organizmasında açığa çıkarttığı protein değerini görmek mucizevîdir.

Tam da burada mizah ile, mizah üzerinden atılan kahkahalar ile alay, aşağılama, sanat dışı taklitle açığa çıkan kahkahaların farkını ortaya koymak gerekir.

Mizahın kahkahalarının ve gülümseyişinin diyalektik kutbu, alay, aşağılama ve taklide dayanan ve kahkahaya oldukça benzer şekilde atılan naralar ve sırıtmalardır. Bu üç fonksiyon özgürlük halinin tam da karşısında duran ve devinen cehalet halinin enstrümanlarıdır. Naralar attırabilirler ama kahkaha attıramazlar, sırıtmalara neden olabilirler ama gülümsetemezler.

Kahkaha ruhsal bir haldir, atanı da attıranı da dönüştürür; yani diridir ve diri bir etki ile bulaşıcıdır. Nara psikolojik bir haldir, o da etkir, o da bulaşıcıdır ama diri değildir; atanı da attıranı da dönüştürmez, aksine tam da o sırada içinde bulunulan hal ile özdeşleştirir.

İnsan, kendini insan yapabilme yolculuğunda mizahsız yürüyemez bu nedenle.

Zira insanın kendini her fark ettiği, keşfettiği, hayal ettiği, gerçekleştirdiği ve dönüştürdüğü hal, bir ya da birden çok “Hayır”ın sonundadır.

Bu yüzden her “Hayır” yepyeni ve taptaze bir Evet’in başlangıcıdır; “Hayır”ların acısını ancak “Evet”lerin kahkahası alır.

Bu yazı 10115 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum