içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Memleketin sahipsiz olduğu siteminde bulunmak çözüm değil…

 Geçmişte bir “Makale” okumuştum. Bu makale, yıllarca Ardahan halkının kaderiyle oynayan birilerini çağrıştırsa da, aslında onlarla ilgili değil. Yani birileri hayal edilerek, düşünülerek ya da kast edilerek kaleme alınmamıştır. 
            Şehrimizde genellikle herkes şunu söyler. “Sahipsiz Memleket.” aslında memleketin sahibinin kim olacağına, ya da kimin bu şehre gerçek sahip çıkacağına karar veremeyen bir toplumun seçmenlerinin kendi seçtiklerine yakıştırdıkları bir sitemli sözdür... 
               Bilinir ki; Siyasetçiler ve politikacılar genellikle sadece kürsüye çıktıklarında vatan ve milleti düşünürler. Ona göre nutuklar atarlar. 
            Kürsüye çıktıkları vakit ülkeye ve şehirlerine hizmet ettiklerini bol-bol anlatırlar. Bu atıp tutmaları onların çevresinde vatandaş gruplarının toplanmasına yol açar. Niteliklerine değil, bağırmalarına önem verilir.
                   Geçmiş zamanda hiç canlılığını yitirmeyen ve özeti aklımda kalan bir öyküyü sanırım birçok Ardahanlı da dinlemiştir. Onun için bu öyküyü duyanların sayıları çoğunluktadır. Olay yaklaşık olarak şöyle; Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve beş yıl sonra buluşmaya karar verirler...
                Her biri başka yöne gider.
               Aradan beş yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir...
               İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, kamburları çıkmış, adeta çökmüşler. 
               Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?"
               İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:
               "Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş."
                 Beygir de acı-acı başını sallayarak anlatır:
                "Ah sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş." demiş. 
               İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Taşlara tekme ata-ata, hoplaya-zıplaya gelir. Tüyleri pırıl-pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. 
                İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar. 
                 Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
                "Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim..."
                   "Eee, sonra ne oldu?"
                 "Ne olacak beni kendilerini temsil etmem için seçtiler!"
                 "Deme yahu… Yani sen insanların temsilcisi başkanı mı oldun?"
                 Evet...
            Sahipsiz değilsiniz, artık bir sahibiniz var diye ben bağırdıkça onlar ´Seninle gurur duyuyoruz´ diye alkışladılar.     
                "Peki, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?"
               "Valla, anladılar anlamasına da aradan beş yıl geçti!" 
                 Bu da gösteriyor ki Ardahan ve ülkemiz genelinde fazla bağıran ve gerçekle alakası olmayan nutuklar atanlar değil, akılcı, mantıklı, kültürlü siyasetçilerin ülke yönetiminde görev almaları için sağlıklı tercihler yapılmalıdır.

Bu yazı 219 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum